Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Bülteni Sayı 1

57 TBB Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu BÜLTEN EKİM 2019 Kararlar rede yaşayanlar açısından olumsuz etkilerinin olduğu, söz konusu çevresel rahatsızlığın Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan hakka yönelik müdahale teşkil ettiği ve anılan madde bağla- mında inceleme yapılmasını gerektirecek ağırlıkta olduğu, bu nedenle başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerektiği belirtilmektedir (§§ 51-53). Esas yönünden yapılan incelemede de, su kirliliğinin önlenmesi için Devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde kamu makamlarınca gerekli tedbirlerin alınmaya başlandığı, konu ile ilgili olarak kanunî bir düzenleme yapıldığı, idarenin bu düzenleme kapsamında uygulamalara başladığı, somut olayda da kanunî süresi içinde arıtma tesisine ilişkin çalışmaların başlatıldığı, ancak bazı tedbirlerin alınmaya başlanarak uygulanacak olmasının başvurucuların mağdur sıfatını kaldırmadığı, mağduriyetin orta- dan kalkması için hakkın ihlaline yol açan sebeplerin ortadan kaldırılması ve başvurucuların bu se- beple uğradıkları zararların hakkın ihlalinde geçen süre gözönüne alınarak giderilmesi gerektiği ifade edilerek özel ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine karar verildiği görülmektedir (§§ 61-68). Kararda “Kabul Edilebilirlik Yönünden” yapılan incelemedeki genel değerlendirmeler (§§ 47-50) ile ”Esas Yönünden” yapılan incelemede “Genel İlkeler” başlığı altında -önceki kararlarımıza da atıf ya- pılarak- yer verilen ilkelere (§§ 54-57) katılmakla birlikte, çoğunluğun başvurunun kabul edilebilir olduğuna ilişkin görüşünün ve esas yönünden yapılan incelemede “İlkelerin Olaya Uygulanması” baş- lığı altında çoğunluğu ihlal sonucuna götüren değerlendirmeler ile ihlal sonucunun isabetli olmadığı düşünülmektedir Kararda da belirtildiği üzere, bireysel başvuru öncesindeki yargılama, “İptal Davası Süreci” (§§ 18-21) ve “Tam Yargı Davası Süreci” (§§ 22-25) olmak üzere iki safhadan meydana gelmekte; bireysel baş- vurunun konusunu ise redle sonuçlanan ve 2014 yılında kesinleşen tam yargı davası oluşturmaktadır. Bu bireysel başvurunun konusunu oluşturmayan iptal davasında verilen kararın uygulanmaması se- bebiyle uğranıldığı iddia edilen zararların tazmini talebiyle açılan mezkûr tam yargı davasında verilen kararda, su kirliliğinden kaynaklanan bir zarar söz konusu ise bu zararın tazmin edilmesi gerektiği, ancak başvurucuların maddî zararını ispatlayamadığı, tazmini gereken manevî zararın da bulunma- dığı belirtilmektedir. Çoğunluğun kararında ise “başvurucuların bu sebeple uğradıkları zararların … telafi yoluna gidilmesi gerek(tiği)” (§ 64); “salt arıtma tesisinin ileride yapılacak olması(nın)… başvurucuların meydana gel- miş ve devam eden manevî zararlarının giderilmesi bakımından yeterli görüleme(yeceği)” ve “başvu- rucuların anayasal haklarına yapılan müdahale neticesinde oluşan manevî zararlarının karşılanmasına neden gerek olmadığını makul bir şekilde izah etmeyen derece mahkemelerinin kararlarının ilgili veyeterli… kabul edileme(yeceği)” (§ 66) belirtilmektedir. Oysa, başvurucuların murisi olan ilk baş- vurucunun açtığı tam yargı davasının, yukarıda da belirtildiği gibi, zarar iddiaları kanıtlanamadığı için reddedildiği ve Danıştayca da onanan ilk derece mahkemesi kararında, davacının uğradığını iddia ettiği zararı ispatlayacak nitelikte herhangi bir bilgi ve belgeyi dosyaya sunamadığı, mahkemece idareden istenen bilgi ve belgeler ile rapordan da zararı kanıtlayacak bir sonuca ulaşılamadığı ifade edilerek maddî ve manevî tazminat taleplerinin reddine ilişkin yeterli ve ilgili gerekçelere yer verildiği anlaşılmaktadır. Çoğunluğun ihlal sonucuna ulaşırken dayandığı “baş- vurucuların zarara uğradıkları” yönündeki kabulün ise, başvuru formundaki soyut iddialar dışında bir dayanağı bulunmamaktadır.

RkJQdWJsaXNoZXIy MTQ3OTE1