Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Bülteni Sayı 1

38 TBB Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu BÜLTEN EKİM 2019 olduğudur. AİHM yargılamasında yukarıdaki bölümlerde değinilen usulî çevresel hakların oturmuş bir yapıda olduğu söylenebilirken, AYM yargılaması için aynı şey söylenemeyecektir. Bunun bir nedeni- nin de Türkiye’nin hala Aarhus Sözleşmesi’ne taraf olmaması, oradaki yükümlülükleri benimsememiş olduğu öne sürülebilir. Nitekim bugün hala çevresel haklar bakımından en etkili uluslararası sözleşme olarak Aarhus Sözleşmesi gösterilmektedir. Yalnızca AYM kapsamında bir değerlendirme yapıldığında, davalara konu olan projelerde fayda karşı- laştırılması yapılırken, milli ekonominin gereklerine vurgu yapıldığı, ülkenin ekonomik yararına ilişkin olarak kamu yararına dayalı meşru bir amaç içermesinin değerlendirildiği görülmektedir. Doğrudan etkilenen bireylerin menfaatleri de bunun karşısında değerlendirilmektedir. Bu karşılaştırmanın ne kadar mantıklı olduğu tartışılmalıdır. Bahsi geçen “tüm ülkenin ekonomik yararı” kavramı tam olarak nedir, ölçüsü nedir, nasıl belirlenmiştir soruları hakkında hiçbir açıklama veya değerlendirme bulun- mamaktadır. Yani herhangi bir şekilde kar sağlayan tüm projeler ülkenin ekonomik yararına mı sa- yılmaktadır? Bu noktada her kar sağlayan projenin Türkiye ekonomisine katkı sağladığı genellemesi bilimsellikten uzak ve çoğu zaman yanlıştır. Ülke ekonomisine katkı sağlayabilmesi için ihracat yapı- lacak olması, inovasyon içermesi veya daha önce çıkarılmayan kullanışlı bir madenin çıkarılması gibi somut ve bilimsel gerekçeler olmalıdır. Örneğin genellikle öne sürüldüğü gibi, yeni bir proje kurulma- sının istihdamı artırması ülke ekonomisine katkı değildir. Bu durumda yalnızca projeler arası çalışan geçişi meydana gelmektedir. Yani doğru ve geçerli gerekçeler olmadığı sürece, kar sağlayacak olsa da yeni bir projenin hayata geçirilmesi yalnızca kapitalin yer değiştirmesi olacaktır. Bu nedenle de bi- reylerin çevresel hakları ile karşılaştırılan ülkenin ekonomik yararı ölçütü gerçek anlamıyla değerlen- dirilmemekte, şablon biçimde her kararda kullanılan ama bir anlam ifade etmeyen bir karşılaştırma olarak karşımıza çıkmaktadır. Kaldı ki, tüm ülkenin ekonomik yararının gözetilebildiği bir inceleme sisteminde tüm ülkenin çevresel yararı da gözetilebilmelidir. Bir diğer açıdan, çevre ile ilgili hükümleri ihtiva eden kanunlarda kümülatif değerlendirmeden söz edilse de uygulamada buna riayet edilmediği görülmektedir. Bu AYM’nin bugün değerlendirebileceği bir konu olmasa da; her fabrika veya proje için ayrı ayrı uyulması gereken sınır değerin belirlenmesi ve mahkemelerde de sadece bu sınıra uyulup uyulmadığına bakılması tek başına yeterli ve mantıklı değildir. Sınır değerler şehirden şehre, bölgeden bölgeye, yapılan çalışmalar doğrultusunda değiş- meli, bütüncül bir yaklaşım benimsenmelidir. Aksi takdirde insan için de doğanın yenilenme kapasi- tesi için de olumsuz olmaktadır. Uluslararası çevre hukukunda ve artık Türk mevzuatında da yer bulmuş olan kirleten öder ilkesini de yeniden düşünmek gereklidir. Bir faaliyet sonucunda derenin kirlenmesi neticesinde sadece belirle- nen miktar cezayı ödemek çevrenin korunması ve geliştirilmesi için faydası oldukça düşük bir çözüm yöntemidir; kirlilik nedeniyle zarar gören flora ve fauna için de mutlaka ciddiyetle bir zararın gideril- mesi çalışması yapılmalıdır. Zarar meydana geldikten sonra yapılacakların da sadece belediyelerin iyi niyetine bırakılmayarak yasal olarak düzenlenmesi gerekmektedir. Bunların yanında çevrenin teknik bilgiye muhtaç bir konu olması sebebiyle yaşanan aksaklıkların AYM yargılamasına kadar etki ettiği görülmektedir. Bugünkü sistemde çevre ile ilgili davaların bilirkişi raporları ile yürüdüğü, hakimlerin bu konuda çok yetersiz kaldıkları gözlenmektedir. Uzmanlaşmış mahkemelerin hayata geçirilmesi de çevrenin korunması yönünde atılacak önemli bir adım olacaktır.

RkJQdWJsaXNoZXIy MTQ3OTE1